28 Kasım 2014 Cuma

olur bana böyle bazen

hala çocuk hissettiğim herhangi bir eylül akşamı. 
kaportacıdan çıktığı her akşam gibi saldalyeleri masada takla attırılmış kahvenin girişinde hüzne bulanmış hikayesinin play tuşuna basardı litrelik marmara'sını içerken. sonra duraksardı. eskileri hatırlayıp gözyaşlarını tutardı, evvela gözyaşıyla boyayabileceği bi duble sek rakı yoktu. 
ne zaman sevmeden yaşasam eksikti bi köşem derdi. sonra sulandırılmış biranin verdiği yetkiye dayanarak anlatırdı, sarma cıgarasını elinde evirip çevirip. 
ilkin birinci sınıfta sevdim. ben sevdim o görmedi. 7yaşında bir çocuk için ne zor şey bilir misin kardeş. daha çocuksun, cipsinden taso çıkmasa ağlayacaksın. birini seviyorsun, o adını bile bilmiyor. bilader ben ikinci sınıfta da sevdim, üçüncü sınıfta da. ne zaman birini sevsem, görünmez biri olup çıktım. ama dünyanın kuralıdır bu, sen farkında olmazsın ama başkası da senin için görünmez olur. 
velhasıl günler kendini yineledikçe, ben kaderime ısrarla razı geliyordum. sonra büyüdüm, memleketten ayrıldım. istanbula getirmişti beni komşumuzun oğlu, yine sanayide iş bulmuştuk. kaportacıda. bizim sanayiden bi farkı yoktu, zaten her şehrin sanayisi birbirine benzer. boğazını kaşındıran mazot kokulu hava, külrengi bir gökyüzü, asfaltı on yıl önce dökülmüş delik deşik yollar ve elleri motor yağına bulanmış çırak çocuklar. 
burdaki düzene de alışmıştım. sanayiden bir orduyla aynı evde kalıyordum. mesai desen sabah 6 - akşam 8. pazar günüm vardı tek. onda da sürekli karaköye götürüyorlardı beni. onlar orda yiyişirken kapıda öksüre öksüre cıgara içmeyi öğreniyordum. sevişmiyordum kimselerle. "elim el, aklım akıl tutmak istiyordu sadece". 
istanbula az biraz alıştıktan sonra, askerde işe yarar diye düşünüp ehliyete yazılmıştım. ehliyetin ilk akşam dersinde rastgelmiştim ona. esmerdi hatırlıyorum. sorsan "sen kara ben kara" olmaz kardeş derdim. oluyormuş. adını demeyecem ama, genzim yanıyor, konuşamıyorum. 
ehliyet çıkışı bir akşam yazıldım peşine. otobüs, ordan vapurla kadıköy. is kokan bir mahallenin köşe sonu apartmanlarından birine girdi. volta attım tüm gece.faydası yok, döndüm tekrar zeytinburnuna. uyuyamadım gece. 
2gün sonra yine ehliyet vardı. çıkardım en jiletinden pantolu, ayakkabıyı. abimin yurtdışından getirdiği parfüm vardı, gerdanlıklı cafcaflı bir şişe.onu da süründüm. koyuldum kadıköy yollarına. sokakları, sapakları tek tek kazımıştım kafaya. vapurdan in, kaptır yukarı doğru. 
evinin yanındaki merdivende bekledim. her kapı sesinde üstümü başımı düzeltip, kapının önünde dimdik durdum. biraz sonra kapı tekrar açıldı. karşımdaydı. omzunda dalgalı saçlarıyla sağa sola bakınıyordu ve onu sevmem için hiçbir şey yapmasına gerek yoktu. sonra birden elim ayağım birbirine dolandı, istemsiz ona doğru adım aldım, adımımı almamla yere kapaklanmam bir oldu. heyecandan olur bana böyle. bozuntuya vermeyip, gökyüzüne daldım. kalbim boğazımda lokomotif gibi atarken, gölgesini üzerimde hissettim, tam ona doğru dönecekken "bişeyiniz varmı" diye sordu ses tellerinin en kadifesine basarak. ağzımda geveleyip durdum. yok dedim "olur bana böyle bazen". kalktım ayağa, pantolonumun çamura bulanmışlığına aldırmadan. utanmanın sınırlarına ihlal yapmışçasına kızarmıştım. koşar adımlarla kaçtım. kursa da gidemedim, o kir pasın içinde ranzanın üst katındaki yatağa kapaklandım. 
iki gün sonra yine ehliyet vardı. kendime gitmek ve gitmemek için tonla sebep sıralıyordum. gitmeye karar verdim, hani olur ya yolu kısaltacam diye sürekli sevdiğinin evinin kıyısından geçersin, hangi pencere onun odasının diye ihtimaller sıralarsın. olmaz mı sana? "olur bana böyle bazen". 
 yüksek tavanlı, taş binaydı kursun verildiği yer, buram buram merdivenaltı üretim kokuyordu. ciğerlerimi tek fırtta o kokuyla doldurup daldım sınıfa. arkadaki herhangi boş bir sıraya oturdum. hoca motordan girip şanzumandan çıkarken,ayağım dinginliğin ceddine tülakatına sövercesine sallanıyordu. bir şekilde dikkatini çekmeliyim diyordum, çekemedim. 
çıkışta o beni farketti, bir iki konuşma prosedüründen sonra "hadi vapuru kaçıracağız" diyerek kolumdan tutup sürükledi. yol boyunca o konuşuyordu, ben dinliyordum. sadece onu izliyordum. yüzünün her ayrıntısı onu sevmem için ayrı bir sebepti. 
.. 
fakat daha yazılacak onca hatıranın ihtimali varken, birgün bitti. ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi. ben demedim, özdemir asaf diye bi adam demiş. diyemem ben öyle şeyler, aklıma gelmez. 
sen daha bilmezsin ancak insanın peşini bırakmayan "ama"lar vardır kardeş. seviyordum ama aramızdaki uçurum bir "ama"ydı. ihtimal veremiyor insan ezildiğinden. şimdi ne yapar ne eder bilmem. sevdi mi onu da bilmem. bildiğim birşey varsa o da "pişmanlık zor şey kardeş". 
... 
kapının alçak penceresine tutunup ayağa kalktı, kulak arkası cıgarasını yakıp yıllardır vurduğu notalara basarak uzaklaştı...sevemedim kara gözlüm seni doyunca...

mınakoprensliği

15 Kasım 2014 Cumartesi

Şerefinize

Hadi oturup iki kadeh içkimizi yudumlayalim bu gece... sonuçta cumartesi gecesi bu gece cepte de en kotu 2 bira içecek kadar paramiz olsa da yeter sohbetin belini kiracagimiz 2 de dostumuzla bizden krali yok şu hayatta aç alttan da sezen ablanin güzellerini beraber sovelim gelmisine geçmişine İstanbul'un ama kızmış sezen abla diyor ki ben senin hayatından gittim oğlum...
Bazen böyle geceler yarıyor insana kendine getiriyor karşında güzel de bir manzaran varsa eğer dalabiliyor hülyalara rahatlıkla... Hülyalarda mutluluğu yakalıyor en azından derken giriyor araya cem karaca 'sen de başını alıp gitme' diyor o an uçuyor gidiyor hayallerin bir köşeye eskilerin aklına gelir dibindeki telefon yüzüne çarpar ama serde erkeklik var arayamazsin o da bekliyor biliyorsun ufacık bir aloyu ama bazen arkada bırakmak gerektiğinden masanin en uzağına koyarsin sana onu hatırlatan şarkıları söyleyen ve onun sesini sana getiren kutuyu
Neyse demem o ki cheers nazdrovya sante Şerefinize -Savaşmasiviş

6 Kasım 2014 Perşembe

'Ne diyoduk...'

'Yalnız kendime inkarım,sadece benden kaçarım' mühteviyata gelince,mevzunun sadece 2 iyelik ekindeki değişiklik olmadığı muhakkak.'Dur be bilader,biz ne güne duruyoz,nası kaçarsın,nereye?'
der değerli bikaç adam.ama anahtarı 3.kez çevirip eve adımını attığın an öyle bi çember içine alır ki
seni,kaybolursun.Yoksuldur odan işte memleket gibi.Devamını getiresin gelir,'hoşgeldin kadınım,hoşgeldin' diye.Ee sonra? Sonrası acı bi tebessüm.Adını koyamadığın biriyle karanlık bi bağ oluşur zamanla aranda.Hoşuna bile gider başlarda,arkadaşlığınız ilerledikçe 'ulan bugün 'o' da gelse ya odamıza? diye sorduğunda cevap alamazsın,velhasıl şah çekmeye başlamıştır artık sana.
Ha önünü alamaz mısın? Pek tabi birgün anahtarı vericektir başka birilerine.Mevzu güçlü kalmakta.Etrafına bi bak.Mutlular falan?Sen yine paylaş mutluluklarını.Hürriyet gibi aydınlık
olucak o oda,sen güven Nazım abine..Bu arada,özlemişiz be.Hadi eyvallah.
                                                                                                                  bedbahtjinekolog